14 Mayıs 2007 Pazartesi

Uykusuzluğun Etkisinde Aktı Zaman

Zor oldu ama zamanı donduramazdı kimse. Salı gecesinde balıkçıya gidip, arkasından sahilde oturup karanlık denizi seyre dalıp, her dalga hışırtısını farklı bir seslenişe benzetmeye çalışmayı uyumaya tercih ederken düşünmedim bunu tabii ki. O kadar şaraptan sonra ne mantık kalıyor, ne de üşüme duygusu. Eh, çılgınlık yapma arzusunun son zamanlarda yoğunlaşmasını da hesaba katarsak... Çarşamba günü saat 10'daki derse giderken, sadece iki saatlik uykuyla ayakta duruyordum ama ben ne de olsa böyle uykusuzluklara alışıktım; Burhan Hoca da... Ekonomideki güncel meselelerin tartışıldığı dersteki konuşmaları pek dikkatli dinleyemesem de bir şekilde bu interaktif dersi saçmalamadan atlattım. Çok gerekliymiş gibi bir de Ekonometri'ye girip, boş bakışlarla dersi dinlerken üç kişilik sınıfta kendimi Ali Hakan hocanın ilgi odağı yaptıktan sonra, günlük kafa yorma ihtiyacımı gidermiş olarak eve döndüm. Günlük kafa yorma ihtiyacı ne mi? Çok basit: Herhangi bir programı olmayan gencin, o gün içinde bunalıp hayatın boş olduğunu düşünmemesi için maruz kalınması gereken sıkıcı dinletiler.

Aslında Çarşamba gününü dolduracak programım hazırdı; okul çıkışı Tuğçe (hayatımdan kopmamış, en eski arkadaşım) ile buluşacak, ardından Ali ile sıradışı bir eskici turu atacak, daha sonra da Konya'dan o gün dönmüş olan Yusuf ve İstanbul'da olmasına rağmen bir türlü göremediğim Ferhat ile buluşup bir şeyler içecektim ama nasıl olduysa, gece buluşup bir şeyler içmek dışındaki program tamamen iptal oldu.

Daha sonradan anladığım üzere, Çarşamba günü programının çoğunun iptal olması da çok iyi olmuş çünkü sırf gece çıkıp, eve geldikten sonra yapılan sanal sohbet, biraz da sevdiğim ile telefon üzerinden muhabbetin bedeli, iki saatlik bir uykunun ardından, Perşembe sabahı şirketteki bilgisayarlarda sorun çıktığı için telefonla uyandırılmaktı. Telefonu açtığımda annemin sesini tanıyamamam kötüye işaretti. Bir de o kafayla araba da kullanıp Beylikdüzü'ne ulaştım. Ardından doktor randevusu, sonra da yapılması gereken alışveriş... Her şey rüya gibi. Hayatım, can çekişiyor olmamama rağmen, gözümün önünden film şeridi gibi akıp gidiyordu. Yoksa gerçekten can mı çekişiyordum? Bilmiyorum...

Akşamı yüzünü görmekte zorlandığım kız arkadaşımla geçirmenin (onun bunları okumadığından emin olarak söyleyebilirim ki, kıskançlık krizlerinden önceki son mutlu buluşmamızdı bu) mutluluğu tabii ki beni biraz kendime getirdi. Yüzüne her baktığımda, gözlerinde sadece sevgi gördüğüm birisi... Sevgiye o kadar muhtaçmışım ki, bazen küçük bir sarılmayla bile yaşam enerjisiyle dolduğumu hissedebiliyordum. Saatlerin onunla akıp gitmesini tabii ki isterdim ama onun toplantısı vardı ve boynum bükük eve dönüp, Yusuf'un telefonunu beklemeye başladım. Akşam bende kalabileceğini söylemiştim Konyalı dostumun. Onun Konya'daki misafirperverliğini yakalayamamanın mahcubiyeti bir yana, Yusuf, kendisine yapılacak iyilikleri gerçekten hak eden biri. Özünde iyi olduğunu düşündüğüm insanlar için her şeyi yapabileceğimi bilirsiniz (Her ne kadar, özünde beni aşkımdan öldürme güdüsüyle donatılmış biri için bile yapmadığım şey kalmadı aslında ama o tamamen ayrı bir hikâye). Ortaköy merkezli, Yusuf'a İstanbul'u tanıtma turundan sonra, eve geldikten sonraki muhabbet bittiğinde saat dört buçuk olmuştu ve uyku için sadece iki buçuk saatim kalmıştı. Cuma sabahı, okula gitmek üzere evden çıktığımda, ayakta durmakta zorlanıyordum.

Ekonometri sınıf dersi, salon dersi, atölye'si derken bitti dersler Cuma günü saat iki gibi. Atölye'de Cem Hoca'nın sunumum sırasında sorduğu zor soruları gözlerim yarı açık nasıl yanıtladım bilemiyorum ama fena değildi galiba. Soruları yanıtlarken, uykusuzluğun saflığı şöyle dursun, ukalalığı da elden bırakmadım ve bu da sorulan zor soruların sebebiydi belli ki. Yalpalayarak arabaya attım kendimi ve eve döndüm. Yeni uyanmış Yusuf karşıladı beni. Hindi etini garipseyip, "bozuk bunlar" diye bir kaç köfteyi çöp tenekesine gönderivermiş olmasına yarım saat güldüm galiba. Daha sonra Ali ile buluşup Çarşamba günü gidemediğimiz eskicilere gittik.

Taksim'e vardığımızda THY'den bilet tarihini değiştirtmek isteyen Yusuf'un yarattığı yarım saatlik gecikme, bir çok dükkânı kapalı bulmamıza sebep oldu ama nereden bilebilirdik ki... Sıraselviler'in başından sağa, Taksim İlkyardım Hastanesi'nin arka tarafına doğru giden sokağa girdiğinizde önünüze çıkan kenar sınıfı mahalleler, yayalara bile laf atan otoparkçılar ve ne idüğü belirsiz köpekleri geçtikten sonra, karşıma çıkan manzara, tam anlamıyla bir sürpriz oldu. Bir mahalle dolusu dükkân, 1960 yıllarında takılıp kalmıştı sanki. Eczanesinden manavına kadar her dükkân, eski usûldü. Eczanede bulduğum eski Aspirin reklâmının fotokopisini aldım. Eski oyuncak araba ve trenlerden cep saatlerine, sandalyelerden tilt makinelerine kadar her şey vardı. Ali'nin en geniş içeriğe sahip olduğunu söylediği dükkân olan popcorn'un kapalı olmasına rağmen bu kadar çok değişik şey bulabilmemiz etkileyiciydi. Söylemeden geçemeyeceğim, "Hatırla Sevgili" dizisinin çekim ekibi de o mahallede kamyonlarla gelmiş alışveriş yapıyorlardı. Dumurlar içinde yüzüyorum muntazaman.

Taksim'de kaşarlı dürümlerimizi yiyip, Metro ile Kanyon AVM'ye gittik. Anneler günü hesabına yazdırılan birkaç hediye alınıp, kitapçıda biraz dolandıktan sonra evin yolunu tuttuk. Akşam için rotaract'tan arkadaşlarımızın ayarladığı iki tane Efes Rock'n Dark etkinliği davetiyemiz vardı ve ben gitmek için sabırsızlanıyordum. O kadar uykusuzken tam olarak ne için sabırsızlandığımı biliyor muydum; emin değilim. Geceden ne beklediğimi bilmeden gittiğim Taksim'de Lale, Sarven, Ceren ve Serra ile buluşup, onları Yusuf ile tanıştırıp, Yeni Melek GM'ye doğru yola çıktık. Daha önceden oraya varıp, etkinliğin canı sıkıcı etkisini keşfeden Nurhan ve arkadaşları, çıkmak için bahane arıyorlardı. Yarışma benzeri aktivite bitip, rock dışında her şeye benzeyen şarkılarıyla saçma bir grup birinci olduktan sonraki konserler öncesi verilen uzun ara, tam aradıkları şeydi. Onlar gittiler gitmesine de, yavaş yavaş boşalan meydanda bizim yaptığımız apaçilikler haftanın en komik anları oldu. Sarven'in kimyasal çubuklarla yaptığı ışık gösterisini taklit etmeye çalışırken milletin kafasına yolladığım ışıklar sadece başlangıçtı. Esas bomba, ben konser sırasında dağıtılan anahtarlığı safça sallarken patladı. Sarı, ışıltılı bir anahtarlıktı. Müziğin ritmine göre sallayıp, kendime eğlence yaratmışken anahtarlığın içindeki sarı cisim fırlayıp, yerde bağdaş kurmuş iki kızın arasına düştü. Ne olduğunu anlayamadan, parçalandığını düşündüğüm anahtarlığımın parlak parçasını geri almak için kızlara yöneldim. Onlar da aralarına düşen cismi inceliyorlardı. İkisi de kıpkırmızı kesildi aniden. Sapsarı cismin, bu kadar kırmızılık yaratmasının ne gibi bir sebebi olabilirdi? Yoksa? Aman tanrım! Anahtarlığın içinden ne fırladığını anlamayanlar için aşağıda resmi var. Üstüne bir de hiçbir şey olmamış gibi yüzsüzlükle "sarı cismi" alıp, yanlarından uzaklaştım. Yüzsüzleşiyorum muntazaman.

sarı cisim

Eve geldiğimde saat sabahın beşiydi ama azimle yattım ve sabahın köründe kalkıp Yusuf'u Beşiktaş'a bıraktım. Ardından, 10:30'da taxim hill'deki host toplantısı ve çekik gözlü olmayan çinli işçilere katılmak... Yorucu ve zaman zaman rüya gördüğüm Cumartesi'nin ardından azıcık uyuyabildiğim bir Pazar ve başladı yine okul... Bu hafta Route Istanbul 2007 başlıyor ve Çarşamba'dan Pazar'a kadar İsveçli bir arkadaşı İstanbul'da hayatta tutmaya çalışacağım. Komite görevlerini saymıyorum bile... Of ki ne off...

Hiç yorum yok: