9 Eylül 2007 Pazar

Her Yiğidin Farklı Bir Vurgun Yiyişi Vardır

Salyangozları kedi mamasıyla besleyip fotoğrafladığım dakikaları bile eğlenceli sayabileceğim kadar sıkıcı geçmekte olan yazın sonlarına yaklaşırken, ilginç hobiler edinmesiyle ünlü bir arkadaşım olan Ali'nin dalış kursuna gideceğini öğrendiğimde, beni saatte on binde beş yüz on sekiz kilometre (~52m/saat)(evet, hesapladım) hızla hareket eden yaşamdan kurtaracak fırsat elime geçmişti. Bahçeye biraz tuz döküp kanıtları yok etmekle işe başladım! (tabii ki ciddi değilim) Her ne kadar Ali, Turkuaz'da çoktan karar kılmış olsa da, ben ancak biraz araştırıp kendi vicdanımı rahatlattıktan ve üstüne bir de eğitimdeki havuz dalışlarının Korukent'te (evimin dibi; kapıdan 38 adım) yapılacağını öğrendikten sonra, aynı balıkadam kursunda karar kılabildim. Hedef, PADI Adv.O.W. alıp Sharm-el-sheikh'in altını üstüne getirmekti (sportif dalışta yüzeye bir şey çıkarmak yasak ama mayomun gizli cebi var ve evet ben yine ciddiyetsizleştim). Hemen kayıtlar yapıldı ve haftasonu heyecanla beklenilmeye başlandı.

İlk günkü teorik derslere giderken pek bir hevesliydim ve eğitmeni pür dikkat dinleyebileceğimi sanıyordum. Elimize tutuşturdukları, sanki suyun ne olduğunu bile bilmeyenler için hazırlanmış gibi duran PADI O.W. kitabını bile büyük bir sabırla okumaya koyuldum. İlk sunum yapılırken yani bize durum komedisi yaratacak kadar basit şeyler anlatılırken bile ilgim azalmadı... Ama ikinci sunum öncesinde, anlatırken benim bildiğim sıfatların yetersiz kalacağı kadar değişik bir kızın sınıfa girmesiyle her şey değişti. Sürekli oynayan ve etrafındaki her cisme soracak bir sorusu varmış gibi bakan bir çift gözün önünü hafifçe kapatan yıpranmış saçları kızıldı ve sıradan birinde görsem tüylerimi diken diken edecek ince kırık tırnaklar geziniyordu, uçları kırık saç tellerinde. Gereksiz bir detay gibi gözükebilir ama onun yüzünden (sayesinde?) teorik ders de yalan oldu çünkü hayatımda ilk defa gördüğüm herhangi bir şeye baktığımda kullandığım bakışlarımla onu inceliyordum. Bu dikkat kaybına da "homo saphien neureticus oversigticus" adını verdim. Esentepe'deki Değirmen pastanesinin üst katına gün boyunca tıkılı kaldık ve ben su derinleştikçe artan basıncın etkileri dışında hiçbir şey dinlemedim.

Korukent'in havuzundaki geyik eğitim de bitince, tamamlamamız gereken dört deniz dalışı vardı ama yakın zamanda gidebileceğimiz bir tur yoktu çünkü 30 Ağustos haftası için ben Rock'n Coke biletimi almıştım, Ali de Ajda Pekkan'ın konserini iple çekiyordu. Bizim gibi dengesizlerin bütün programlarını iptal edip de 29 Ağustos gecesi Ayvalık'a hareket edeceklere katılmaya karar vermesi için 28 Ağustos'u ertesi güne bağlayan gecede yapılan birkaç telefon görüşmesi yetti. Yetti yetmesine de, turda yer de yoktu. Gecenin ilk yarısı ve ertesi günün ilk on saatinde otobüs bileti aradık durduk ama dönüş biletini ayarlayamadık. Bunun üzerine, "aman canım ne de olsa oradan cumartesi gecesine Ayvalık'tan dönüş bileti bulup rockn coke'a bile yetişiriz" düşüncesine kapıldık ve sadece gidiş bileti alındı. On ikiye yirmi kala Esentepe'den kalkması gereken otobüs, bizi birkaç Rus işkadını (!) ve Türk işadamlarından oluşan kalabalık bir grubun arasında (nereden gelip nereye gittiklerini çözemedim) uzunca bekletip, geceyarısı olduğunda ancak köprüye yöneldi. Otobüse binerken bavulları teslim alan muavin ve onun başında dikilip sürekli nasihat veren şoförün atışmaları eşliğinde bindiğimiz otobüs, saat bire doğru ancak Küçükyalı'dan hareket edebilmişti yani artık Ayvalık'taki gruba katılmak üzere yola çıkmıştık. Çıkmıştık çıkmasına ama gideceğimiz otelin bırakın yerini, adını bile tam bilmiyorduk ve bunu, katil tipli muavinin ineceğimiz yeri sormasıyla farkettik. Bu küçük detayı atladığımız ortaya çıkınca bir panik anı yaşandı ama yapılabilecek tek şey, ilk durakta rehberi arayıp bilgi almaktı. Otobüs Susurluk'ta durunca şöyle bir diyalog yaşandı:

Ege - hadi olm arasana rehberi
Ali - e iyi de bende telefon numarası yok
E - iyiymiş...
A - turkuaz da kapalıdır bu saatte... ne yapsak?
E - kahve içelim bak şurda starbucks var
A - peki...
E - lan bak burda "susurlukta ayran içilir, tost yenir" yazıyo!
A - uyalım derim
E - çok kendinden emin yazmış hakkaten
A - evet...
E - 2 ayran 2 kaşarlı lütfen

Durumun vehametini Ayvalık sapağından itibaren "nerde inceksiniz?! nerde, nerde, nerede? hı?" şeklinde yetmiş beş kere soran muavinin telaşından anladık. Biz, nasıl bir rahatlıktır bilemiyorum ama, sakince etrafa bakınıp, nerede olduğumuzu kavramaya çalışıyorduk. Ayvalık otobüs garını görünce, herhalde burasıdır diye, bir inip sormaya karar verdik:

Ege- kardeş burada çamlık otel mi ne varmış bilir misin?
Taksici - çam oteli mi diyosun?
E - galiba
T - ??!
E - evet evet, çam otel
T - burdan bir buçuk kilometre var en fazla
E - Ali gel abi iniyoruz

Sonunda otele varmıştık! Yani, en azından öyle umuyorduk. Otelin kapısından gayet kendimizden emin girerken, beni bir telaş kapladı:

E - olm sen eminsin dimi ayırtmışlardır yer bize
A - tabi ya ben konuştum yani kesin demedim ama biliyorlar
E - ne demek kesin değil ya kesin şimdi kaldık böyle
A - bıdıbıdı
E - bidibidi...

Karşılıklı bidibıdı devam ederken resepsiyona yaklaştık:

A - Ali Malkoçoğlu ve Ege Özcan'a yer ayrıltılmış olacaktı
Görevli - a evet, ayrıca sizi rehber bekliyor, yaklaşık... (saatine bakar) beş dakika içinde burada olmanız gerekiyor

Koşarak odaya çıkıp bizim mayoları ve havluları sırt çantama doldurduğumuz gibi aşağıya indik ve ilk dalış için tekneye gimek üzere yola koyulduk. Ayvalık muhteşem bir yer. Serviste geçen dakikalarda emekliliğimi hangi evde geçirsem diye henüz yirmi birimde plan yaparken buldum kendimi. Suyun altı ise daha da muhteşem. Mercanlar bizim indiğimiz derinliklerde çok fazla değildi (limitimiz on sekiz metre idi) ama görülecek sayısız deniz canlısı, özellikle de ahtapotlar vardı. Denizin dibinden çıkıp, scubayı çıkardığımız gibi kendimizi tekrar denize atıp yüzdük durduk.

Her gecenin birbirinden değişik ve güzel lokantalarda geçtiği (o girit lokantasını unutamayacağım), ekibin "tat insanları" (obez) ile dolu olduğu, kişibaşı kırk (toplamda 400) midye yedikten sonra bir de Ayvalık tostu yenebilen (Ayvalık'ta tost yenir... ama ne içilir bilemedik), teknede dağıtılan yemeğin hiçbir zaman artmadığı ve üst katındaki masada birçok şekerleme ve böreğin her zaman hazır bulunduğu böyle bol kalorili bir tatildi ayrıca.

Sıradaki hedef sharm!

(Ayrıca dönüş bileti bulamadık ve ben rockncoke'a yetişemedim)
(Belki de iyi oldu?)

Hiç yorum yok: