27 Kasım 2007 Salı

Sahte Katil Planları

Kendime zaman yaratmak işinde harikalar yarattığım şu dönemde, keyfimi kaçıran detaylar daha da bir göze batar oldu, büyük sorunların yokluğunda. Okulda üst katlara asansör kullanmadan çıkmayı imkânsız hâle getirmek üzere merdivenlere baraj kuran geri zekâlı üniversite tayfasını öldürmek için de zaman yaratabilirim mesela. Bu kadar sinirlenecek bir şey yok demeyin; son bozuk paranızla aldığınız kahvenin, bu bariyer-insan kırmalarının arasından slalom yaparak geçerken döküldüğünü ve hatta ileri seviyede kafein bağımlısı olduğunuzu bir düşünün. O an içimden plansızca saldırmak geldiyse de, üniversite hayatımın kalan son döneminde “kahvesini dökene kafa atan çocuk” veya kısacası “ruh hastası” olarak anılmak istemediğimden olacak, kendimi tuttum. Salaklıklar çeşit çeşittir ve maruz kalmadıkça derecelendirmek zordur işte. Zaten, bu nefret fışkırmasının tek kaynağının “merdivene kamp kurmuş üç beyin hücreli yaşam formları” olmadığını da belirtmeme gerek yok herhalde? Ancak, daha fazla ayrıntıya girmeyip, daha ne saçma şeylere sinirlenebileceğimi siz okurlarımın tahminine bırakıyorum (hemen de sahiplendim ve okurum oluverdiniz bu arada). Hayatı basit bir havuz problemi gibi gördüğüm ve bazılarını dört işlem yapmaktan aciz bulduğum oluyor işte böyle zaman zaman. Boşvermişlik felsefemle tamamen zıt olan bu düşüncelerin beynimi kemirmeye başlamasıyla, bütün dünyayı yıkasım geliyor. Aykırı düşünceleri “tasvip etmeyen” ve ağırbaşlılığı olgunluk sanan, hatta odunluğu onaylayanlarla sık sık karşılaşmanın yan etkileri bunlar. Aykırı olmayı sonuna kadar desteklediğimi söyleyemem tabii, belki de ben de bazen odunlaşabiliyorum. En azından bunu ifade edebiliyorum. Bir teselli? Bir sayrı? Bir bilsem...

17 Kasım 2007 Cumartesi

Bazı Kimseler, Her Kimseler...

Zaman zaman insanlar sinirlenir ve o sinirle ne yaptıklarını bilemezler. Benim içinse bu durum biraz farklı gelişiyor; yaptıklarımı kontrol edebilsem de, yazdıklarım hep istisna kalıyor. Tabii bu, çizdiklerime de yansıyor. Soldaki karalamanın ve üstüne tıklandığında gelen devamının, kendimi değil de, etrafımda olan biteni (çarpıtıp kurgu katarak) ifade etmesi böyle açıklanabilir ancak. Beni tanımayan biri o karalamayı gördüğünde bunalıma girdiğimi düşünebilirdi veya böyle zamanlardan birinde not defterine saçtığım siniri herkesle paylaştığımda, aslında ne kadar kaçınılması gereken (!) birisi olduğumu keşfettiğini sanabilirdi. Yine de tutamayacağım kendimi:

"Hayatının sadece bir gününde bile ne hâyâl kırıklıkları yaşarsın. Belki de hepsini haykırıp, bir anda içinden atmak istersin ama yan yana dizemezsin. Kendini doğru ifade etmenin sadece doğru kelimeleri seçmek değil, onları söyleyecek cesaretinin olmasını da gerektirdiğini bir gün anlayacaksın nasılsa. Yapmacıklık öyle bir çarpacak ki yüzüne, belki de insan ilişkilerinden tiksineceksin ve haykırma isteğini iliklerinde hissedeceksin. Laf olsun diye ağzından çıkıverenleri gerçek olabilme ihtimâllerine bakmadan ciddiye alan özgüven yoksunları, en çok ihtiyacın olduğu anda kaçacak yer arayan tarla fareleri, sırf olup bitenlere anlam verememen için yaratılan ironik kurgu, zekâ pırıltısından yoksun yalanlarına aldanmış gibi yapmak zorunda kaldığın kırılgan ama gururlu serçe kuşları, söylediğin yalanlara inanmışçasına gülümseyebilen binbir suratlar, gerçeklerden kaçarken rüyalarda yaşamaya başlayan sanal kahramanlar, senin etrafında dönmeyi başardığı kısa zamanın tadına varmayı bir türlü beceremese de mutlu gözüken geoid...

Napoleon’un da dediği gibi, düşmanların hata yaparken, onları rahat bırakmalısın; peki ya dostların? Dostun olduğunu sandıkların ve hatta sevmeye çalışıp, onlarca da sevildiğine ikna oldukların? Yaptıkları bütün yanlışları birer birer yüzlerine vurabilirdin ama yapmadın. Onlar etrafındakileri aptal yerine koymanın verdiği özgüvenin tadını çıkarırken, bu içi boş getiri adına farkında olmadan kendileri aptal konumuna düştüler ama sen, sana yaptıklarından ve hatta seni hafife almalarından dolayı yüzünde oluşan hafif kırgınlığa bile bir bahane uydurmak için bin dereden su getirdin. Yoksa, onlara doğruyu göstermek yerine, aynı hatayı tekrar etmekle mi yetindin? Sonsuz döngü diye buna derim ben. İnsanlar, neden ne kadar zeki olduklarının altını çizmekten çekinirler sanarsınız? Mütevazı olduklarından değil, emin olun. Etraflarında olup bitenlerden habersiz gözükerek, onları aptal yerine koymaya çalışanları aldattıklarını sandıkları ve bu oyunu bozmak istemedikleri için. Ben de oyunun içinde yer alarak hata yaptım ve ne yazık ki yaptığımın da farkındaydım; belki de herkes farkında. Aslında, beni tanıyanların önemli bir kısmının bunları okurken tedirgin olacak olmasının gerekçesi de, bu oyunun kusursuz işleyişinden başka bir şey değil. Peki, ne oldu da ben oyunbozanlığa başladım? Bir serçe, acemi şansının yardımıyla beni yendi ve ben, bunu kendime yediremiyorum (...)".

Benim gibi her şeyi boşveren birinin düşünceleri gibi gözükmüyor olsalar da, zaman zaman ikinci bir kişiliğin yönetimi ele geçirdiği aşikâr. Bütün olaylara bakış açımın da bir öncesi ve sonrasının hep olması bu yüzden herhâlde. Gerçi son zamanlarda olmuyor hiç. Herhangi bir arayış içerisinde olmamam (mutlu haberleri böyle köşerlerde vermek de bana göre zaten) veya daha kolay mutlu olabilmeye başlamam da etkili olabilir bunda. Bilmiyorum.

Üç Yüz Altmış Bir Numaralı Ruh Hâli

İnsanların neden canı sıkılır? Günlük salgılamamız gereken asgari bir adrenalin miktarı ya da konuşmamız gereken belli bir süre mi vardır? Edinilebilecek uğraşlar neredeyse sınırsızken, ders çalışmak mümkün müdür? Ders çalışmak neden bu kadar zordur? Yarın ekonometri sınavı var ve şu an ızgarada yatan tedirgin bir sazan gibiyim. Sabahtan beri, yapmam gerekmeyen ve hatta yapmamam gereken sayısız işe zaman yatırıp, yarın kopacak kıyametin alametlerini her dakika daha iyi kavrarken, hocalar ve asistanlar sanki roka, peynir ve rakıları hazırlıyorlar. Ben bu kadar sapık kâbuslar görürken, üstüne bir de gökyüzünün yeryüzümü ışıkla buluşturmamaktaki kararlığı ekleniyor; odamın garip manzarası sebebiyle, kalın perdesi üzerinden hiç eksik olmayan penceremin durumu bana her zamankinden daha fazla acı veriyor şimdi. Çalışırsam başarabileceğime olan inancımın tek olumsuz yanı, yani bu gidişle çalışamayacağımın bilinciyle birleştiğinde yarattığı bunalım, daha da hissedilir oldu. Ders çalışmak için birisinin katalizörlüğü üstlenmesi lazım. Telefonum çaldı az önce ve başka bir şey dilemediğime üzüldüm. Neyse ki sonunda ders çalışabileceğim, sanırım. Gerçi toplu yapılan her iş ve eylemi, eğlence olarak tanımlayan hastalardansanız derdimi size anlatamam. Neyse.